OECD Su Yönetişimi Girişimi, Su Yönetişimi İlkeleri aracılığıyla bu alanda değerli bir çerçeve ortaya koymuştur. Türkiye gibi ülkeler, bu ilkeleri ulusal ve yerel su yönetimi uygulamalarında kullanarak nasıl fayda sağlayabilir?
OECD Su Yönetişimi İlkeleri, gerek ulusal gerekse yerel düzeyde yönetimlerin su yönetişim sistemlerini geliştirmesi açısından temel bir referans niteliği taşımaktadır. Bakanlıklar, havza örgütleri ve yerel yönetimler arasında görev ve sorumlulukların açık biçimde tanımlanması, yetki alanlarının kesişmesi ve karar süreçlerindeki gri alanların yani belirsizliklerin azaltılması bakımından büyük önem arz etmektedir. Havza ölçeğinde yapılacak planlamalar, arazi kullanımı, enerji politikaları ve kentsel gelişim hedeflerinin, su miktarı ve kalitesi hedeflerine uyumlu hale getirilmesine katkı sağlayacaktır. Bunun yanı sıra, hizmet standartlarının net biçimde tanımlanması, şeffaf ve sosyal açıdan erişilebilir tarifelerin uygulanması, mevzuat kalitesinin iyileştirilmesi ve güçlü izleme mekanizmalarının tesis edilmesi hesap verebilirliği güçlendirecektir.
İklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki etkilerinin giderek arttığı günümüzde, çok düzeyli yönetişim ve paydaş katılımının su sistemlerinin dirençliliğini artırmadaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda başarılı uygulamalara örnek verebilir misiniz?
Yerel, bölgesel veya ulusal düzeyde alınan kararların diğerlerini doğrudan etkilediği dikkate alındığında; koordinasyonun güçlendirilmesi ve hedeflerin, önceliklerin ve faaliyetlerin çok düzeyli bir yönetişim sistemi içinde uyumlu hale getirilmesi kritik önem taşımaktadır. Yönetişim kavramının yalnızca yönetimleri veya hükümeti içermediği unutulmamalıdır. Kullanıcıların, hizmet sağlayıcıların, çiftçilerin, özel sektörün ve vatandaşların da karar alma ve uygulama süreçlerine etkin katılımı sağlanmalıdır. Örneğin, Fransa’da havza komiteleri ve su ajansları yukarı ve aşağı havza yatırımlarını uyumlaştırmakta; Hollanda’da “Room for the River” programı taşkın ovalarını güçlü yerel katılımla yeniden tasarlamaktadır. Avustralya’daki Murray-Darling düzenlemeleri, kuraklık dönemlerinde çevresel ihtiyaçlar, şehirler ve tarım arasında dengeyi gözetirken; İspanya’da havza otoriteleri, tahsis ve kuraklık planlarını oluştururken paydaş konseylerinden yararlanmaktadır.
OECD, su yönetişiminde performans göstergeleri ve izleme süreçlerinin önemini vurgulamaktadır. Ülkelerin yönetişim çerçevelerini daha etkin değerlendirmeleri ve geliştirmeleri için hangi araç ve mekanizmaları tavsiye edersiniz?
İlk adım olarak OECD Su Yönetişimi Gösterge Çerçevesi’ni kullanarak, her iki, üç yılda bir 12 Su Yönetişimi İlkesine uygunluk açısından mevcut durumu ortaya koymak ve bir iç değerlendirme yapmak önemlidir. Gönüllülük esasına dayanan bu değerlendirme aracı; şehir, havza, bölge veya ulusal düzeyde su yönetişimi sistemlerinin işleyişine ilişkin performansın değerlendirilmesine imkân tanımaktadır. Söz konusu çerçevenin temel amacı, paydaşlar arasında şeffaf, tarafsız, kapsayıcı ve ileriye dönük bir diyalog ortamı tesis ederek, güçlü yönlerin, zayıf noktaların ve iyileştirme alanlarının belirlenmesini sağlamaktır.
Geleceğe dönük olarak, özellikle gelişmekte olan ekonomilerde, kurumlar ve politika yapıcıların su yönetişimi alanında hazırlıklı olmaları gereken küresel eğilimler nelerdir?
İklim değişikliği ile iklim değişkenliğinin artması, esnek planlamaya, çok düzeyli yönetişim mekanizmalarına ve kamu, özel sektör ile iklim fonlarını bir araya getiren yenilikçi finansman modellerine olan ihtiyacı artıracaktır. Döngüsel ekonomi yaklaşımı çerçevesinde, suyun yeniden kullanımı ve yağmur suyu hasadı gibi uygulamaların önemi daha da artacaktır. Doğa temelli çözümler, gri altyapı yatırımları ile birlikte ölçeklendirilecektir. Su tüketiminin ölçülmesi ve ticaret alanında hızla gelişen dijitalleşmenin, güçlü bir siber güvenlik altyapısı ile desteklenmesi elzemdir. Yeni kirleticilerin (örneğin PFAS ve farmakolojik ürünler) izlenmesine yönelik düzenlemeler daha sıkı hale gelecektir. Ayrıca birçok gelişmekte olan ülkenin sınır aşan nehirler ve yeraltı suları olması nedeniyle, bu havzalarda su, gıda, enerji bağıntısı planlaması da önem kazanacaktır.